Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla…
“Biz egemen ve müslüman bir ülke olarak işgalcilerin getirip dayattıkları ve üzerimize empoze etmek istedikleri hiç bir şeyi kabul etmeyeceğiz.” Taliban Resmi Sözcüsü Zabinullah Mücahid
Taliban… Afganistan’ın sarp dağlarında, ne bir lokma yiyecek, ne üstlerine giyebilecekleri bir kıyafet ya da ayakkabı, ne de kendilerinden zahirde defaatle kuvvetli düşmanlarına karşı kendilerini savunacakları dişe dokunur bir silah teknolojisi… Bunların hiçbirisine sahip değiller. Buna rağmen düşmanlarına meydan okudular. Buna rağmen yenilmediler. Buna rağmen ayakta kalmayı başardılar.
Dünya müslümanları, 11 Eylülden sonra gelmiş geçmiş en büyük Haçlı/Siyonist ittifakı ile karşı karşıya kaldılar. Tarihte görüşmemiş bir şekilde tam 42 ülke, tek yumruk olup Afganistan gibi bir ülkeyi işgal ettiler…
İşte bu işgale karşı, rablerine sadakatlerini sunarak mücadele veren onurlu müslümanları, Afganistan tarihini de ele alarak tanıtmak istiyorum. Tevfik Allah’tandır…
Afganistan.. Paylaşılamayan Topraklar…
Gerçekte Büyük İskender’den dahi öncesine kadar gidebildiğimiz Afganistan tarihini, İslam ile tanıştığı yılları dikkate alarak inceleyeceğiz. Buna göre Orta Asya’dan Batı Anadolu’ya kadar uzanan mesafede, tarihçilerin hala üzerinde ihtilaf ettikleri bir çok savaşın faili olan Timur Han, 1380-1390 yılları arasında Afganistan’ı işgal etti. Lakin Timur’un ölümü ile dağılan ordusu kırılmaya yüz tutmuşken, torunlarından biri olan Muhammed Babür bölgede bir devlet kurarak 200 yıl kadar Hindistan ve Afganistanın da içerisinde olduğu geniş toprakları hakimiyeti altına almış oldu. Timur’un Ankara savaşı sonrasında Yıldırım Beyazıtı mağlup etmesi neticesinde, Yıldırımın kız torunlarından birisini kendi torunlarından birine nikahlamış olması da, Babür Devleti ile Osmanlıların aslında akraba olduklarını bizlere gösteriyor. Fakat günümüzde bu şekil müslümanları birleştirici bilgi ve detaylar, aksi yönde siyasetler güden batılı devletlerin ayrımcı siyasetlerinin potasında erimektedirler.
Muhammed Babür’ün kurduğu devletin merkezi Afganistan olarak belirlenmişti. Böyle bir devletin kurulmasının Asya coğrafyasında bıraktığı etki, 2 önemli tepkiyi beraberinde getirdi.
• Hem kuzeydeki henüz yapılanmakta olan Rusların, hem Hindistan’ın hem de Safevilerin baskıları ile göç yolları kapanan Göçebe Türkler, Babür Devlet’inin ilanı ile birlikte Hindistan ve Afganistan’a girme şansı buldu.
• Daha sonra ülkenin zayıflaması ile birlikte batıda büyüyen Safevi tehlikesi iyice genişledi ve (Abdailer gibi) bazı Afgan kabilelerini kendilerine bağlayarak bölgeye yerleşmeye başladılar.
1756’da Babür Devleti’nin yıkılmasından sonra yönetim Türkmenlerin eline geçmiştir . Lakin yüzlerce yıldır İslam Dünyasının başına büyük bela olmuş olan İran Safevileri, yine rahat durmamış ve kurulan bu yeni ülkeyi de rahatsız etmeye başlamıştı. O dönemde yayılmacı bir siyaset güden Safevilere karşı Türkmenlerin lideri olan Ahmet Şah, Osmanlı’dan yardım istemiştir. Lakin Osmanlı Devleti bununla ilgili kendisine menfii ya da müsbet herhangi bir cevap vermemiştir.
Safavilerden kaynaklanan bu iç huzursuzluklar, taa ki Dost Muhammed ülkenin idaresini eline alana kadar devam etmiştir.
1800’lerin başlarında ise, İngilizlerin elini artık hissetmeye başlıyoruz. Bu yıllarda Hindistan üzerinde ciddi baskılar kurmakta olan İngilizler, Hintlileri Afganistana karşı kışkırtmaya başladılar. Daha sonra Peşaver bölgesinde yaşanan Afgan-Hint çatışmalarını körüklediler. Önce çatışmaları körükleyen İngilizler, daha sonra ortalığı yatıştırmak için devreye girip iki ülke arasında barışı temin etmek için hakemlik yapmıştır. Bu şekilde bölge haritasını da kendi istediği şekilde dizayn etmiştir. Bugün Kuzeydoğudaki Tacikistan ile Pakistan arasını ayıran tampon çizgi, Rusların güneye inmesine karşı İngilizler tarafından çizilmiş haritanın bir eseridir.
1863’de Dost Muhammedin vefatı ve Şir Ali’nin lider olmasının ardından ise, bu defa Ruslar Türkistanı işgal ettiler. Rusların ayak seslerini işiten İngilizler, bu defa Afganistan ile otomatik olarak Ruslara karşı müttefik oldular. Hindistan’ı Afganistan üzerine kışkırtan İngilizler, Afganistan’ı da Ruslara karşı kışkırtarak bölgede tamamen kendileri lehine bir denge kurdular. Görüyoruz ki Rusların Afganistan hayalleri, aslında 30-40 yıllık bir mazinin, ya da Bolşevik rejiminin rüyasının bir ürünü değil. Aynı şekilde Hinduların, müslüman peştular ve onlara destek olan diğer müslüman Asya halklarına olan öfkesi de 10-15 senelik bir maziye dayanmıyor. Bu dengeler, bölgedeki 200 yıla varan İngiliz hakimiyeti tarafından oluşturulmuş bir sömürü düzeninin dengeleridir.
İngiltere Hindistan Afganistan Rusya
1919’a kadar bu şekilde devam eden dengeler, 1919 yılında Emanullah Han’ın başa geçmesi ile farklı bir seyir kazanmıştır. Nitekim Emanullah Han, Hindistan’daki İngiliz Valisine bir mektup göndererek, Afganistanın artık bağımsız bir devlet olduğunu, ve İngilterenin bunu tanıması gerektiğini bildirmiş, ve İngilizlerle iyi ilişkiler kurmak istediğini söylemiştir. İngiltere böyle bir bağımsızlığı tabii ki kabul etmemiş ve Afganistana karşı savaş ilan etmiştir. Savaş, Afganistan’ın ezici üstünlüğü ile sona ermiş, yapılan anlaşma ile İngilizler Afganistan’ın bağımsızlığını tanımak zorunda kalmışlardır. Taliban’ın beyanatlarında sık sık bahsettiği o İngilizlerle yapılan savaş bu savaştır.
Buraya kadar gördüklerimiz, 11 Eylül sonrası Afganistan ve Irak işgallerinde karşılaştığımız İngiliz/Amerikan hamlelerinin aslında tarihsel bir kökü olduğunu, ve uzun yıllar öncesinden başlatılmış projelerin günümüz uzantıları olduğunun bizlere ispatladı.
Afganistan tarihinde, 11 Eylül sonrası işgalde de rastladığımız fakat kökü geçmişe dayanan daha bir çok hadise mevcuttur.
Mustafa Kemal Paşa ve Emanullah Han
Emanullah Han için Afganistan’ın Mustafa Kemal’i demek en doğru tanım olurdu. Nitekim Mustafa Kemal Paşa ile sıkı bir dostluğa da imza atmıştı.
Ülkesinde bağımsızlık ilan eden Emanullah Han, diğer ülkelerdeki gelişmeleri takip edebilmek ve ülkesine uyabileceğini düşündüğü yenilikleri tatbik edebilmek için 1927 yılında bir Avrupa gezisine çıkmıştır. ( Afganistan’dan kalkıp Avrupa’yı gezmek istemesinde, o dönemde Türkiye’de yayılmakta olan ihtilal havasının çekici payı büyüktür.) Gezisine Mısır’dan başlayan lider, sırasıyla Fransa, Belçika, İsviçre, Almanya, İngiltere ve Rusya’yı ziyaret etti. En son olarak ta Mayıs 1928’de Türkiye’ye geldi. Burada Mustafa Kemal, kendisini özel misafiri olarak ağırlamıştır. Bu ziyaret neticesinde, Türkiye ile Afganistan ülkesi arasında “Türkiye ve Afganistan Arasında Dostluk ve Teşrik-i Mesai Muahedenamesi” imzalanmıştır.
Bu anlaşma ile Türkiye ve Afganistan arasındaki dostluk pekiştirilmiş, bizzat Mustafa Kemal Paşa tarafından verilen emirle yeni Türkiye Cumhuriyeti, ilmi, hukuki ve askeri alanlarda mütehassıs olan memurlarından bir kısmını, Afganistan’a göndermiştir. Mustafa Kemal Paşa, Emanullah Han ile yaptığı görüşmelerde, ona herşeyden önce güçlü bir ordu kurması gerektiğini bildirmiş ve bunun için de kendisine yardımcı olacağı sözünü vermiştir. Bununla ilgili olarak Mustafa Kemal Paşa’nın Afganistan’a gitmek üzere görevlendirdiği kişi Kazım Orbay’dır.
Kazım Orbay
Kazım Orbay heyeti ile birlikte çalışmalara başlayacağı dönemde, Emanullah Han’ın laik bir çizgide ilerleyen politikalarına itiraz eden Peştu Kabileler ayaklanarak bir isyan başlattılar. Bu isyan sebebi ile Emanullah Han ülkeyi terk edip İtalya’ya sığınmak zorunda kaldı. Daha sonra da Zürih’de öldü. Kazım Orbay ise çalışmasını yürürlüğe koyamamış oldu.
Peştuların işgalcilere karşı tutumları ;
“Bizim halkımız için, yabancı işgalcilere ve onların yardakçılarına karşı direnmek ve onlara karşı Allah yolunda cihad etmek adeta yerleşmiş bir gelenektir. Bu işgalcileri sevmemek ve onların sistemlerini benimsememek, bizim halkımızın doğal bir refleksidir. Nitekim halkımız uzun yıllardır bu uğurda nice fedakarlıklar göstermiştir ve de bundan ötürü hiç de gocunmamaktadır. Yabancılara karşı gösterilen davranışımıza bir örnek olması açısından, Hollandalı bir komisyonun Char Dara ilçesinde yaptığı bir okul ziyaretini sizinle paylaşmak isterim. Hollandalılar okulun içerisine girdiklerinde kendilerini şiddetle taşlayan çocuklarla karşılaştılar. Neticede başları yarılmış bir vaziyette geldikleri yere geri döndüler. Zira halkımız, içten içe bu ziyaretçilerin hayırlı bir şeyler yapmak adına gelmediklerinin farkındalardı. Bunun ardından da paralı güvenlik güçleri sırf misilleme olsun diye bazı köylüleri hapse attılar.” Molla Abdusselam / Taliban Kunduz Vilayeti Askeri Emiri Afgan halkı için günümüze kadar bir çok benzetmeler yapılmışsa da onlar için değişmeyen tek kaide, bu halkın her kim olursa olsun ülkesini işgal etmek için gelen düşman ordularına, bu ülkenin topraklarını ucu bucağı olmayan kabristanlara dönüştürmüş olmalarıdır. Özellikle İngilizlerle başlayıp Ruslarla devam eden bu süreçte Afganlar, yıllar boyunca 42 ülkeden meydana gelmiş İSAF güçlerine dahi mağlup olmadan, müthiş bir zafer kazandılar.
Taliban ve Afganistan Tarihi 2. Bölüm..
Sovyet İşgali… Öncesi ve Sonrası
1970’li yıllara gelindiğinde, Afganistan’da 1977 yılına kadar Kral Davud Han’ın monarşik hakimiyetini görüyoruz. Bu monarşik düzene rağmen, özellikle devlet kadrolarının muhalifleri tatmin edecek şekilde düzenlememesi ve tatbik ettiği politikalardaki problemler sebebiyle, ülkede faaliyet gösteren 2 komünist kökenli parti, “Halk” ve “Bayrak” partileri birlikte hareket ederek Davud Han’ı devirdiler. Bu darbede Halk Partisi tarafının lideri olan Hafızullah Amin isimli şahıs, muhaliflere önderlik etmiştir. Muhalifler, Davud Han ve ailesini idam etmişler, yakınlarından ise ancak yurt dışına kaçabilenler canlarını kurtarabilmişlerdir.
İki sol parti, bundan sonraki süreçte birbirlerine düştüler. Gücün kullanımı ve ideolojik ihtilaflar sebebiyle büyük anlaşmazlıklar yaşandı. Genel itibariyle ordu desteğini arkasına alan Halk Partisi tarafı, Bayrak Partisi karşısında daha ağır basıyordu. Fakat uyguladığı Marksist-Leninist politikalar ve aslen muhafazakar bir yapıda olan Afgan Halkına karşı uyguladığı sert ve din karşıtı tutum sebebiyle halk arasında ayaklanmalar patlak vermeye başladı. Komünistlere karşı ilk ayaklanma 1978 yılında Nuristan Vilayetinde başlamıştır. Afgan halkı gibi dinine bağlı bir halk için, esas büyük problem, başındaki devletin İslam dinine uzak bir yapıda olmasıdır. Bu sebeple ayaklanan halkın tepkilerine rağmen hükümet, o dönemin süper gücü olan Sovyetlerle 5 Aralık 1978 günü bir dostluk anlaşması imzalamıştır. İşte bu anlaşma, halk nazarında bardağı taşıran son damla olmuştur.
Ülke içerisinde muhafazakar Afgan Halkının direnişleri, imzalanan bu anlaşma sonrasında daha da artmış, hükümetse baskılardan bunalarak yapılabilecek en büyük hatayı yaparak Sovyetlerden yardım istemiştir. Burada her akıllı müslümanın oturup düşünmesi gereken ince bir detayla karşı karşıyayız. Aslen komünist olan Halk partisi tarafı, zaten uzun yıllar öncesinden Sovyetlerin etkisi ile Afganistan ülkesinde filizlenmiş marksist bir tohumdur. Öyleyse Sovyetler, Afganistan işgalini çok önceden planlamış, ülkede komünist bir partinin önce kurulmasını, sonra güçlenmesini ve neticede Davud Han’ı devirerek iktidar olmasını temin etmiş, ve Afganistan ülkesine soktuğu bu Truva atını, vakti geldiğinde kullanarak ülkeyi işgal edebilmek için meşru bir sebep var etmiştir. Görüldüğü üzere Sovyetler, Afganistan’ın komünist hükümetinin daveti sonrasında ülkeyi işgal etti. Üstelik Sovyetler, hükümetin bu davetine hemen de icabet etmedi. Öncelikle bir takım askeri uzmanlar ve yardım malzemeleri ile hükümeti destekledi, lakin artık herkes bu yardımların da işe yaramadığını, hükümetin düşmek üzere olduğunu anlayınca, Sovyetlere bir kurtarıcı gözü ile bakılmaya başlandı. Aslen Sovyetlerin Afganistan işgalinde takip ettikleri siyaset stratejisi budur.
Afganistan Hükümeti tarafından muhaliflere karşı kendilerine yardım etmesi amacıyla ülkeye davet edilen Sovyetler Ordusu, geçmişte ektiği tohumun, büyüyüp önce ağaç olduğunu, daha sonra ise meyve verdiğini görünce, hiç bir sıkıntı yaşamadan rahatlıkla bu meyveyi yiyebileceğini tasavvur ediyordu. Fakat Sovyetler için işler hiç öyle gitmeyecekti…
Amacı Basra Körfezine uzanmak olan Sovyetler, Afganistan topraklarına girdiğinde nasıl bir bataklığın içerisine düştüğünü anlamaları fazla sürmedi. Buna rağmen 9 yıl süren savaş neticesinde ağır bir yenilgi ile ülkeyi terk etmek zorunda kaldılar. Afgan halkının bu savaşta gösterdiği kahramanlıklar görülmeye değerdir. Sovyet Rusya, 18 Haziran 1988 yılında Cenevre Paktını imzaladı ve 1 yıla yayılan bir süreçte Afganistan topraklarını terk etti.
Taliban resmi organlarınca 2014 yılında, Sovyet işgali ve ABD işgali arasındaki farkların açıklandığı bir beyanatta, cemaat şunları bildiriyor ; “Geçmiş dönemdeki Sovyet işgaline bakacak olursak, Mücahitler tüm dünyanın gözleri önünde Sovyetler ordusunu mağlup edip 9 yıllık işgali sona erdirdiler. Hayratan Termez bölgesinde bulunan “Dostluk Köprüsü” isimli sınır köprüsünden Sovyetler Birliği topraklarından son geçen tank, öldürülen son Sovyet askerinin bedenini taşıyordu. Bir mayın bulucu olan bu son asker, artık evini göremeyecekti. Sovyet savaşında öldürülen askerlerin sayısı, koalisyon güçlerinin öldürülen askerlerinden oldukça fazladır. Amerika ve Sovyetler birliği Afganistan işgallerinde bir çok noktada farklı taktikler kullandılar. Buna karşılık mücahitler de hem insan gücünü hem de silah gücünü bir çok farklı şekillerdeki taktiklerle kurgulayarak uyguladılar. Yaklaşık olarak 250.000 mücahit, sayıları 115.000’i bulan sovyet güçlerine ve onları destekleyen 50.000 Afgan komüniste karşı savaştılar.“
Bir Soru : Batı ülkelerinin silah ve lojistik yardımı olmasaydı mücahitler Sovyetleri yenebilir miydi ?
Cevap : Sovyetlerin Afganistanı işgali, her iki tarafın savaşı kazanma ihtimalinde ortaya çıkacak maslahattan beslenmek isteyen devletlerin iştahını kabartmıştı. Bu vuku bulan her savaşta meydana gelen bir realitedir. Buna mukabil Sovyet işgali sırasında Afganistan yönetiminde bulunan Halk Partisi, Hindistan tarafından ciddi bir şekilde desteklenmiştir. Afgan halkı ve mücahitler ise, başta Pakistan, Suudi Arabistan ve ABD tarafından desteklenmiştir. Buna göre saflar şu şekilde oluşturulmuştur ;
Sovyet Cephesi
Sovyet Cephesi | Muhalif Cephe |
Sovyetler Birliği | Afgan Halkı ve Mücahitler |
Afganistan Hükümeti | Pakistan |
Hindistan | Suudi Arabistan |
Amerika |
Oluşturulan bu cephelere destek veren her bir ülke, hiç şüphesiz ki nice çıkarlar uğruna bu cephelere destek vermek istemişlerdir. Mücahitlerin bu savaşı kazanmalarının tek sebebi olarak aldıkları yardımları göstermek ise, ortaya konulan bunca fedakarlığa yapılmış bir hakarettir. Nitekim bizler bu konuyu da muhatapları olan Taliban’dan dinleyelim. İşte Taliban’ın resmi sitesinde konu ile ilgili olarak yaptığı resmi açıklamadan bir paragraf ;
“Evet Mücahitler Sovyet savaşında bir çok ülke tarafından silah ve para yardımı ile desteklendiler. Destek olarak gelen silahlardan birisi de Amerikan uçaksavarlarından birisi olan “Stinger Füzeleri”ydi. Stinger füzelerini savaşta kullanmamızla birlikte, savaşı mücahitlerin değil de Stingerların kazandığı yönünde çıkan haberlerin tamamı ancak birer efsane niteliğindedir. Zira biz ilk Stinger füzesini ateşledikten birkaç ay öncesinde, işgal güçleri tamamiyle ülkemizi terketme yönünde karara varmışlardı. Fakat burada önemli olan, ABD’lilerin gelişmeleri nasıl da kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirdiği gerçeğidir.”
Taliban’ın Ortaya çıkışı ve 90’lı yıllar…
Taliban öncesi Afganistan için, İslam öncesi Mekke ifadesini kullansak, öyle sanıyorum ki en doğru benzetmeyi yapmış oluruz. Taliban hareketinin çıkış hikayesine baktığımızda da, hareketin bu cahiliye kalıntılarından bıkan birkaç ailenin fitili ateşlemesiyle başladığını görürüz.
90’lı yıllara gelindiğinde bölgedeki gayr-ı nizam-i vakıadan nemalanarak palazlanan askeri komutanlar ve kabile reisleri, yaptıkları zulümlerle halkı iyice bunaltmışlardı. 1994 yılında, bayan talebelerin ikamet ettikleri bir medreseyi basan zalim bir kumandan, medresede tahsil gören 2 kız çocuğunu alıkoymuştu. Kızlarının başına gelen bu hadiseye karşı son derece üzülen aileler, kızlarının durumunu bölgede bulunan mollalara şikayet ettiler. İşte Taliban Hareketinin Lideri konumundaki Molla Muhammed Ömer, o dönemde bu ailelerin kızlarının kaçırılmasıyla ilgili şikayette bulunduğu Kandahar’daki mollaların lideriydi. Molla Ömer, yanına 53 tane talebesini de alarak, kızların medresesini basan kumandanın askeri karargahına saldırdı ve kaçırılan kızları kumandanın elinden geri aldı. Kızları ailelerine teslim eden Molla Ömer’in ünü kısa sürede tüm ülkeye yayıldı. Artık Afganistan genelinde eğitim gören tüm medrese talebeleri, halkla birlik olarak zalimlerin zulmüne karşı ayakta durmaya çalıştılar. 1996 yılına kadar devam eden bu çatışma sürecinde Taliban hareketi ve mollalar ülkenin %85’lik kısmını kontrolleri altına almışlardır. Son olarak 1996 yılında Başkent Kâbil’i ele geçiren mollalar, Afganistan İslam Emirliğini ilan etmişlerdir.
Emirliğin İlan edilmesiyle birlikte yapılan icraatlerden ilki, iktidarı döneminde müslüman Afgan halkına büyük eziyetler veren Sovyet tohumu devlet adamlarını cezalandırmak olmuştur. Bugün bu minvalde bilinen en meşhur hadise, Necibullah’ın idamıdır. Günümüzün insan halkları savunucuları, bu idamı hala dillerine dolamakta, ve bu amelden ötürü Taliban yönetimini kınamayı sürdürmektedir. Halbuki Necibullah, 1980-1986 yılları arasında binlerce Afganlıyı işkenceden geçiren, binlercesini de katleden Afgan Gizli Servisinin başkanıydı. Kendisi iç savaşta başarısız olan Babrak Karmal’ın yerine, Sovyetler tarafından yerleştirilen bir diğer Truva atından başka bir şey değildir. Lakin batılı insan hakları müdâfîleri, her daim âdetleri olduğu üzere, kendi ülkelerinin yaptığı katliamların görmezden gelip, müslümanların nefs-i müdâfâlarını dillerine dolamayı sürdürmektedirler.
Yazan : Kaan Çeben